34,2765$% 0.09
37,6469€% 0.11
44,9124£% 0.16
2.916,57%0,25
4.950,00%-0,40
19.739,00%-0,39
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘helallik’ istemesini eleştirdi. Akşener, “Sen haram içinde sefa sürerken dar günde tek başına bıraktığın milletimizden şimdi çıkıp da helallik alamazsın Sayın Erdoğan. Ama illaki helalleşmek istiyorsan ben sana yolunu söyleyeyim. Siyasetçi, milletiyle televizyon karşısından attığı nutukla helalleşmez. Siyasetçi, milletiyle sandıkta helalleşir. Madem helallik alacaksın; o zaman önce aziz milletimizin önüne sandığı getireceksin, helalliği de öyle isteyeceksin. Sandığı getireceksin milletimiz sana ne diyecek göreceksin. Öyle televizyonlardan üfürmekle olmaz. Halep oradaysa, arşın burada. Madem helallik alacağına eminsin, o zaman derhal sandığı getireceksin” dedi.
İYİ Parti Genel Başkanı Akşener, bugün TBMM grup toplantısında konuştu. Kahramanmaraş merkezli deprem sonrasında yaşanan gelişmeleri değerlendiren Akşener, özetle şunları söyledi:
“SİNAN ATEŞ’E KIYILMASININ ÜZERİNDEN TAM 61 GÜN GEÇTİ”
“Başkent’in göbeğinde bir evlada, bir babaya, bir eşe, bir kardeşe, Sinan Ateş’e kıyılmasının üzerinden tam 61 gün geçti. Aşağılık bir suikastın faillerinin ellerini kollarını sallayarak gezdiği ve hiç kimsenin bu hainleri bulmak için, kılını bile kıpırdatmadığı tam 61 günü, geride bıraktık. Devleti yönetenlerin mafyalara, simsarlara, uyuşturucu kaçakçılarına bir kez daha boyun eğen acizliğiyle tam 61 gün geçirdik. Geçen bu 61 günde adaletsizlik daha da derinleşti. Hukuksuzluk, daha da belirginleşti. Arsızlık, daha da normalleşti.
“61 GÜN OLDU SAYIN ERDOĞAN DİLE KOLAY TAM 61 GÜN. KUKLALAR TUTUKLANDI, KUKLACILAR SERBEST”
Daha önce de bu kürsüden söylemiştim; ‘14 Mayıs’a kadar her konuşmamda Sayın Erdoğan’a aynı soruyu soracağım’ demiştim. Sinan Ateş’in katillerinin peşini bırakmayacağıma söz vermiştim. Adalet yerini bulana kadar her hafta Sinan Ateş’i hatırlatacağıma söz vermiştim. Bu adaletsizlik karşısında asla susmayacağıma söz vermiştim. Nitekim bugün ben yine bu sözün gereğini yapacağım. Sayın Erdoğan peki ya sen? Haksızlığa boyun eğmeye devam edecek misin? Adaletsizliğe teslim olmaya devam edecek misin? Vicdansızlığa sahip çıkmaya devam edecek misin? 61 gün oldu Sayın Erdoğan dile kolay tam 61 gün. Kuklalar tutuklandı, kuklacılar serbest. Maşalar tutuklandı, maşayı tutanlar serbest. Tetikçiler tutuklandı, azmettirenler serbest. Oysa, yargının görevi herkesin bildiği gerçekleri gizlemek değil, o gerçeklere herkesten önce ulaşıp hakikati ortaya çıkarmaktır.
“SAYIN ERDOĞAN SÖYLESENE YARGININ İŞİNİ YAPMASINA NEDEN ENGEL OLUYORSUN?”
Ancak maalesef katilleri kaçıranlar, telefonla talimat verenler, suçluları koruyup kollayanlar henüz davada şüpheli bile değil. Sinan Ateş’in ailesinin bildiği gerçekler, yakın çevresinin bildiği gerçekler, hepimizin bildiği gerçekler, henüz daha yargının gündeminde bile değil. Yazıklar olsun.
Ülkemizi içine hapsettiğin tek adam sisteminde görevini yapabilen tek bir kurum bile kalmadı. Her kurumun amiri de sensin, memuru da sensin, denetçisi de sensin. Hal böyleyken ben de sana soruyorum, Sayın Erdoğan Söylesene yargının işini yapmasına neden engel oluyorsun? Söylesene kimden, kimlerden korkuyorsun. Söylesene sorumluluktan kaçarak olanlar, örtbas edebileceğini mi sanıyorsun? Eğer öyleyse şimdiden söyleyeyim çok yanılıyorsun. Çünkü biz adalet yerini bulana kadar unutmayacağız, unutturmayacağız. Bu cinayetin asıl sorumluları ortaya çıkana kadar unutmayacağız, unutturmayacağız. Banuçiçek’le, Bengisu’nun, göz yaşları dinene kadar unutmayacağız, unutturmayacağız. And olsun, şart olsun ki Sinan Ateş’i unutmayacağız, unutturmayacağız. Çevrilmek istenen dümenleri kabullenmeyeceğiz. Gerçekler ortaya çıkana kadar bu olayın peşinde olacağız.
“DEPREME KARŞI HAZIRLIK YAPMAYANLAR, MEYDANA GELEN FELAKETTEN SORUMLUDUR”
İktidarın neden olduğu büyük felaketin yüreklerimizde açtığı yara her geçen gün daha da belirginleşiyor. Ailesinden, evinden, işinden, aşından olan vatandaşlarımız; yaşadıklarını anlatmak, seslerini duyurmak için çabalıyor. Biz de bu sesleri duyurmak, yaraları sarmak için tüm zorluklara, tüm acılara rağmen, milletçe, omuz omuza yılmadan çalışıyoruz. Ancak, gerçekleşen her artçı sarsıntıda yaşadığımız büyük felaketi maalesef tekrar tekrar hatırlıyoruz. Ülkemizin bir gerçeği olan deprem riskine karşı ne kadar da hazırlıksız bırakıldığımızı hatırlıyoruz. Türkiye’yi yönetenlerin can güvenliğimizi ne kadar da önemsemediğini hatırlıyoruz. Kendini devlet yerine koyanlara ne kadar da güvenmediğimizi hatırlıyoruz.
Peki, tüm bu güvensizliğe sebep olanlar ne yapıyor? Sorumluluktan kaçmaya devam ediyor. Biz, milletçe hükümetin neden olduğu bu büyük felaketi iliklerimize kadar hissediyoruz. Ama tek bir hükümet yetkilisi, tek bir siyasi, tek bir bürokrat bile bu hissettiklerimizi hissetmiyor. Hâlbuki depreme karşı hazırlık yapmayanlar, meydana gelen felaketten sorumludur. Kurallara, kanunlara, aykırı bina yapanlar, yapılmasına izin verenler, yapılanları imar affıyla affedenler, yandaş müteahhitleri besleyenler meydana gelen felaketten sorumludur. Milletimize, ‘ev’ diye ‘mezar’ yapılmasında payı olan, imzası olan talimatı olan herkes bu büyük felaketten sorumludur.
“BAŞIMIZA UCUBE BİR SİSTEMİ BELA EDİP TÜM BU KEŞMEKEŞİN ESAS MÜSEBBİBİ OLAN BAY KRİZ, BAŞ SORUMLUDUR”
Afet bölgesi adı altında âdeta bir suç mahalliyle karşı karşıya kalmamıza sebep olan herkes sorumludur. Depremden sonra 72 saat boyunca milletimizin yardımına gidemeyenlerin, organize olamayanların, koordinasyonu sağlayamayanların, saray korkusuyla karar alamayanların, onun yerine de sivil toplumla kavgaya tutuşanların, birbirinin söylediğini yalanlayanların, interneti kesip, kapılara polis gönderenlerin tamamı sorumludur. Hele ki sırf, şahsi emellerini gerçekleştirmek için başımıza ucube bir sistemi bela edip tüm bu keşmekeşin esas müsebbibi olan Bay Kriz, baş sorumludur.
“ARTIK ALGORİTMA HALİNE GELDİ. İKTİDARIN BECERİKSİZLİĞİ NEDENİYLE BAŞIMIZA GELEN HER FELAKETTE ÖNCE, SAYIN ERDOĞAN, MİLLETİ TEHDİT ETMEYE, SUÇLAMAYA BAŞLIYOR”
Son 20 yıldır öyle bir zihniyetle mücadele ediyoruz ki, gerçekten ibretlik. Bu zihniyetin sahipleri tüm sorumsuzluklarına rağmen hiç mi hiç utanmıyorlar. Tüm beceriksizliklerine rağmen hiç mi hiç yüzleri kızarmıyor. Tüm hatalarına rağmen aralarından bir kişi bile istifa etmiyor. Oysa, sorumluluk hissedenler ne yapar? İstifa ederler. Hukuk önünde hesap verirler. Yani, görev ve sorumluluklarının gereğini yaparlar. Sorumlu olanlardan beklenen şey budur. Peki Bay Kriz ve arkadaşları ne yapıyor? Her şeyini kaybetmiş vatandaşlarımızın gözünün içine baka baka utanmadan kampanya yapıyorlar. Utanmadan propaganda yapıyorlar. Utanmadan yalan söylüyorlar. Bu artık bir algoritma haline geldi. İktidarın beceriksizliği nedeniyle başımıza gelen her felakette önce, Sayın Erdoğan, televizyona çıkıp milleti tehdit etmeye, suçlamaya başlıyor. Her gün ama her gün durmadan bağırıyor, çağıyor, hakaret ediyor. Doğruları konuşanları bastırmaya gerçekleri susturmaya çalışıyor. Yetmiyor hemen gidip sosyal medyayı kısıtlıyor. Sonrasında ise baktı olmuyor, işler istediği gibi gitmiyor, anketler istediği gibi gelmiyor, tüm algı operasyonlarına rağmen gerçekleri değiştiremiyor bu sefer de yeniden ekranlara çıkıyor ve helallik istiyor.
“DAHA DÜN İNSANLARIMIZA, ‘AHLAKSIZ, NAMUSSUZ, ADİ’ DİYORDUN. BUGÜN, ÇIKMIŞSIN UTANMADAN ONLARDAN HELALLİK İSTİYORSUN”
Ne kendisinin ne bir bakanın ne de tek bir bürokratın sorumluluk almadığı yerde çıkıp bir de utanmadan sorumluluğu vatandaşa yıkıyor. Sayın Erdoğan yeter artık. Depremin üstünden 23 gün geçti. Sen ilk gün, ne dedin? ‘Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri açacağız’ dedin. Yani bu aziz milleti düpedüz tehdit ettin. Şimdi hangi yüzle çıkıp da helallik istiyorsun? Daha dün milletimize, ‘Bunlar kader planında olan şeyler’ diyordun. Bugün çıkmışsın utanmadan onlardan helallik istiyorsun. Daha dün insanlarımıza, ‘ahlaksız, namussuz, adi’ diyordun. Bugün, çıkmışsın utanmadan onlardan helallik istiyorsun. Daha dün, feryat eden depremzedelere, ‘hain’ diyordun. Bugün, çıkmışsın utanmadan onlardan helallik istiyorsun. Hem de Adıyamanlı mazlum ve mahrum kardeşlerimizi üç gün boyunca enkazın altında ölüme terk ettiğin için helallik istiyorsun. Üstelik bunu da sanki önemsiz bir şeymiş gibi sanki randevun varmış da 5 dakika gecikmişsin gibi, sanki borcun varmış da bir iki gün geç ödemişsin gibi söylüyorsun. Ayıptır, günahtır.
“BİR ALLAH’IN KULUNUN BİLE SORUMLULUK ALIP İSTİFA ETMEDİĞİ YERDE HELALLİK İSTEMEK, YÜCE ALLAH’IN, ‘ADİL OLUN’ EMRİNE APAÇIK İSYANDIR”
Bir Cumhurbaşkanının vatandaşlarıyla helalleşmesi ancak makamın gereğini yapmakla olur. Ahlak ve erdemin gereği budur. Bir idarecinin vatandaşlarıyla helalleşmesi istifa ederek, hesap sorarak, sorumluları görevden alarak olur. Bunları yapmayıp üstüne de helallik istemek halkla ilişkiler kampanyasından başka bir şey değildir. Ayrıca cürmün ve haramın helalleşmesi de olmaz. Her gün ekranlarda gördüğümüz enkazlar aynı zamanda bu iktidarın suçlarının enkazıdır. Hükümetin başının cürümlerinin ve haramlarının enkazıdır. Bu ucube sistemin neden olduğu büyük yıkımın enkazıdır. Bir Allah’ın kulunun bile sorumluluk alıp istifa etmediği yerde helallik istemek, Yüce Allah’ın, ‘Adil olun’ emrine apaçık isyandır.
“GİDECEKSİN MARAŞ’IN MERKEZİNDE 15 SAAT BOYUNCA ENKAZ ALTINDAKİ YAVRUSUNUN ELİNİ TUTUP VİNÇ BEKLERKEN RAHMETLİ OLMASINI İZLEMEK ZORUNDA KALAN BABADAN HELALLİK İSTEYECEKSİN”
İllaki helallik almak istiyorsan oturduğun yerden, kürsülerden poz vererek olmaz. Gideceksin; bizzat vatandaşlarımızdan, helallik isteyeceksin. Öyle korunaklı, çadır tiyatrosu mizansenleriyle olmaz. Eğer illaki helallik almak istiyorsan gideceksin Maraş’ın tam merkezinde 15 saat boyunca enkaz altında kalan yavrusunun elini tutup vinç beklerken rahmetli olmasını izlemek zorunda kalan babadan helallik isteyeceksin. Eğer illaki helallik almak istiyorsan gideceksin Adıyaman’ın merkezinde, enkazın içinden, ‘Soruyoruz, AFAD nerede?’ diye, sesli mesaj gönderen mazlumların ailesinden helallik isteyeceksin. Eğer illaki helallik almak istiyorsan gideceksin Malatya’da tarım arazilerini 15 yıl önce imara açıp, bugün mezara çevirenlerin yaptığı binalarda 25 saat boyunca enkaz altındaki analarının sesini duyup ellerinden bir şey gelmeyenlerden helallik isteyeceksin. Eğer illaki helallik almak istiyorsan gideceksin üç gün boyunca kepçe gitmeyen vinç gitmeyen bir taraftan soğuk diğer taraftan da çapsız ve liyakatsiz bir yönetimin berbat organizasyonu yüzünden hayatını kaybedenlerin yakınlarından helallik isteyeceksin. İste de gör bakalım Sayın Erdoğan, helallik alabiliyor musun görelim bakalım.
“MEYDANLARDA SADAKA VERİR GİBİ PARA DAĞITARAK HELALLİK ALAMAZSIN”
Bu kadar cürmün, yanlışın ve haramın olduğu yerde en son kullanılacak kelime helalleşmedir. Meydanlarda sadaka verir gibi para dağıtarak helallik alamazsın. Kameralar karşısında buz gibi havada sırtına mont bile vermediğin çocuklarımızı kendine zırh yaparak helallik alamazsın. Paranın kölesi olan yandaşlarının bekçiliğini yaparak helallik alamazsın. Adıyaman’a senin getiremediğin vinci bulup da getiren ama ‘valin’ izin vermediği için ailesine yetiştiremeyen Nehir’den helallik alamazsın. Enkaz altındaki yakınlarının gün geçtikçe azalan seslerini dinleyenlerden helallik alamazsın. Kimsesiz kalan çocuklardan helallik alamazsın.
Evladını kurtarmak için yüzlerce kiloluk betonları tek başına kaldırmaya çalışanlardan helallik alamazsın. Takdiri çok gördüğün sağlıkçılardan helallik alamazsın. Hayallerini yıktığın gençlerden helallik alamazsın. Çaresizliğe mahkûm ettiğin annelerden helallik alamazsın. Cenazesine kefen arayan babalardan helallik alamazsın. Sevdiklerini battaniyeyle gömenlerden helallik alamazsın. Tuvalet için hijyen malzemesi için çırpınanlardan helallik alamazsın. Günahına girdiğin nice masumdan helallik alamazsın. Dondurucu soğukta bir çadır peşinde günlerce koşanlardan helallik alamazsın. Bir damla huzura, iki dirhem tebessüme muhtaç ettiğin milletimizden helallik alamazsın. Olmaz. Böyle yüzsüzlük, böyle utanmazlık, böyle terbiyesizlik olmaz, olamaz.
“SANDIĞI GETİRECEKSİN MİLLETİMİZ SANA NE DİYECEK GÖRECEKSİN”
Sen haram içinde sefa sürerken dar günde tek başına bıraktığın milletimizden şimdi çıkıp da helallik alamazsın Sayın Erdoğan. Ama illaki helalleşmek istiyorsan ben sana yolunu söyleyeyim. Siyasetçi, milletiyle televizyon karşısından attığı nutukla helalleşmez. Siyasetçi, milletiyle sandıkta helalleşir. Madem helallik alacaksın; o zaman önce aziz milletimizin önüne sandığı getireceksin, helalliği de öyle isteyeceksin. Sandığı getireceksin milletimiz sana ne diyecek göreceksin. Öyle televizyonlardan üfürmekle olmaz. Halep oradaysa, arşın burada. Madem helallik alacağına eminsin, o zaman derhal sandığı getireceksin.
“AHLAK OLMAYAN YERDE HÜKÜMETİN BAŞI DA YÜRÜTMENİN BAŞI DEĞİL, ÇÜRÜTMENİN BAŞI OLUR”
Bir ülkede demokrasinin gelişmesinin önündeki en ciddi sorun ülkeyi yönetenlerin ahlaki olarak çökmeleridir. Çünkü demokrasinin kavramsal temelinde erdem vardır, ahlak vardır. Ahlak olmayan yerde demokrasi gelişmez. Ahlak olmayan yerde yürütme erki çürütme erkine dönüşür. Hükümetin başı da yürütmenin başı değil, çürütmenin başı olur. İşte bugün yaşadıklarımız da tam olarak budur. Demokrasimizin önündeki en büyük pranga haline gelen Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile birlikte ülkemizin yaşadığı en temel sorunlardan biri ahlak sorunudur.
“ÇÜRÜK BİNALAR YAPILMASINA İZİN VERMEK SADECE BİR YÖNETİM SORUNU DEĞİL AYNI ZAMANDA BİR AHLAK SORUNUDUR”
Mesela; üç kuruş fazla para kazanmak için çürük binalar yapılmasına izin vermek sadece bir yönetim sorunu değil aynı zamanda bir ahlak sorunudur. Mesela; Deprem riski apaçık ortadayken rant sevdasına bu riski görmezden gelmek sadece bir cehalet sorunu değil, aynı zamanda bir ahlak sorunudur. Mesela; Vatandaş, çürük çarık binalarda otururken, İskenderun Devlet Hastanesi’nin yıkım kararı 10 yıl önce verilmişken yenilerini inşa etmeyip, onun yerine kendine saraylar, konaklar yapmak, arabalar, uçaklar almak sadece bir israf sorunu değil aynı zamanda bir ahlak sorunudur. Mesela; Yardım için seferber olan belediyelerimize, ‘Siz kimsiniz?’ demek sadece bir kibir sorunu değil aynı zamanda bir ahlak sorunudur.
“TÜRK KIZILAY’I TÜMÜYLE YOZLAŞMIŞ, ÇÜRÜMÜŞ BİR YER HÂLİNE GELMİŞ. MEMLEKETİN YARASINI SARACAĞINA ÇADIR TÜCCARI OLMUŞ”
Mesela; Binlerce depremzede kardeşimiz soğukta beklerken kendi vatandaşına çadır satmak sadece bir organizasyon sorunu değildir. Bu, düpedüz bir ahlak sorunudur. 155 yıllık Hilal-i Ahmer, yani Kızılay’ımızda yaşananlara bakın. Hilal’e adanmış tüm hayatların anısına çalışan Türk Kızılay’ı bunların elinde zaten, bir ‘naylon bağış’ kurumuna dönüşmüştü. Belli ki bu da yetmemiş olacak gelinen noktada tam anlamıyla paravan bir şirket olmuş. Ecdat yadigarı, kötü gün dostu, iyiliklerin sembolü Türk Kızılay’ı tümüyle yozlaşmış, çürümüş bir yer hâline gelmiş. Memleketin yarasını saracağına çadır tüccarı olmuş. Düşünebiliyor musunuz? Deprem olmuş insanlarımız 20 gündür çadır bekliyor. Kızılay ise deposunda çadır stoklayıp satıyor. Böyle bir kepazelik olabilir mi?
“KIZILAY’IN DEPOSUNU DA BASIP ÇADIRLARA EL KOYACAK MISINIZ? STOKÇU DİYE KIZILAY BAŞKANI’NI DA ‘ALDIRACAK’ MISINIZ?”
‘Gıda stoklanıyor’ diye memleketi birbirine kattınız. ‘Soğan stokluyorlar’ diye depoları bastınız. ‘Patates stokluyorlar’ diyerek milleti suçladınız, ‘terörist’ ilan ettiniz. Peki şimdi çadır stoklayan Kızılay’a ne diyeceksiniz? Kızılay’ın deposunu da basıp çadırlara el koyacak mısınız? Stokçu diye Kızılay Başkanı’nı da ‘aldıracak’ mısınız? Biz Kızılay’ı her felakette ısıtan battaniye diye biliriz. Biz Kızılay’ı aç karınları doyuran ana şefkati diye biliriz.
‘AK-KIZILAY’ DEDİ
Biz Kızılay’ı vatana duyulan sevginin kalbi, yaralılara uzanan yardım eli diye biliriz. Biz Kızılay’ı kötü gün dostu biliriz. Peki ‘Ak-Kızılay’ ne yaptı? Milletimizin topyekûn darda olduğu bir günde milletimizin soğuktan donduğu bir günde tüm Türkiye’nin seferber olduğu bir günde alın teri ile emanet edilen milletin helal yardımlarını ticari bir şirket gibi utanmadan satışa çıkarttı.
Yabancı ülkeler hiçbir karşılık beklemeden arama kurtarma ekipleri gönderdiler. Düşman diye kötülenenler, seferber olup yardıma koştular. ‘El oğlu’ dediklerimiz milyarlarca lira yardım parası topladılar. Ama bu ülkenin Kızılay’ı utanmadan kendi vatandaşına çadır sattı. 85 milyon tek yürek oldu ama bu ülkenin Kızılay’ı kendi vatandaşına çadır sattı. İnsanlarımız geceleri eksi 18’lere varan soğukla mücadele ederken Türkiye’nin her köşesinde milletimizin uykuları kaçtı. Ama bu ülkenin Kızılay’ı kendi vatandaşına çadır sattı. Herkesin aklı da, fikri de deprem bölgesindeydi. Ama sivil toplum kuruluşları yardım yaptığı için sorgulandı. İnsanlarımız, devletin kurumlarına güvenmiyor diye suçlandı. Ve bu ülkenin Kızılay’ı da kendi vatandaşına çadır sattı.
“SAYIN ERDOĞAN’IN DÜNYASINDA BU ÜLKENİN SATILIK OLMAYAN HİÇBİR DEĞERİ OLMADIĞINI ÇOK İYİ BİLİYORUZ”
Bu ahlaksızlığa, bu alçaklığa, bu rezalete şaşıranlar olduğunun farkındayız. Ama biz hiç şaşırmadık. Neden şaşıralım? Geçtiğimiz sene kendi yargısının bağımsızlığını ihlal edip, Kaşıkçı Davası’nı Suudi Arabistan’a satan yine bu hükumet değil miydi? Memleketi sığınmacı hendeğine çevirip Avrupa rahatsız olmasın diye milletimizin huzur ve refahını satılığa çıkaran yine bu hükumet değil miydi? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını ev karşılığında yabancılara satan yine bu hükumet değil miydi? Çukurova’nın tertemiz toprağını, İngiltere’den gelen çöpleri gömmek için satan yine bu hükumet değil miydi? İşte o nedenle biz, Kızılay’ın bu ülke insanı için ürettiği çadırları depremzede vatandaşına satmasına hiç mi hiç şaşırmıyoruz. Çünkü Sayın Erdoğan’ın dünyasında bu ülkenin satılık olmayan hiçbir değeri olmadığını çok iyi biliyoruz.
Nitekim bir de çıkıp, ‘Büyütülecek bir hadise değil. Günün sonunda vatandaşımıza hizmete gitmiş’ diye utanmadan açıklama yaptılar. Vatandaşa kim hizmet etmiş? Yine vatandaşın kendisi. Para kimin parası? Milletin parası, işsizlikten kıvranan gençlerimizin parası, mutfağı alev almış annelerin parası, geçinemeyen emeklinin parası, tarlasını süremeyen çiftçinin parası, hayatta kalma mücadelesi veren esnafın, memurun, asgari ücretlinin parası… Madem hizmet milletin, para milletin o hâlde sizin ne göreviniz var? O hâlde sizin ne işiniz var? O hâlde size ne gerek var? Madem millet başının çaresine bakmak zorunda en azından gölge etmeyin. Madem hiçbir işe yaramıyorsunuz o zaman bir zahmet istifa edin. Madem ülke yönetmekten acizsiniz bari milletin asabını daha fazla bozmayın. Al bayrağımız gibi kıymetli bildiğimiz Kızılay’ın sancağını daha fazla kirletmeyin. Her dönem gururumuz olan Kızılay’ı daha fazla lekelemeyin. Ahlaksız, şuursuz ve arsız yönetim anlayışınızla el attığınız her kurumumuzu delik deşik ettiniz. Bari Türk milletinin, ‘Vicdan Kalesi’ Kızılay’ın surlarında gedik açmayın.
“DEVLETİMİZİN EN ÖNEMLİ KURUMLARININ AK PARTİ’NİN ARKA BAHÇESİ OLDUĞUNA ŞAHİT OLDUK”
Devletimizin en önemli kurumlarının Ak Parti’nin arka bahçesi olduğuna şahit olduk. Hükümetin başının ve liyakatsiz ekibinin Türkiye’yi yönetemediğini tüm çıplaklığıyla izledik. 21 yıllık iktidarın getirdiği bu yozlaşma artık hepimizi boğuyor. Kurumlarımızın içini boşaltarak nefsini doyurmaya çalışanların bu açlığı artık hepimizi kemiriyor. Hâlden anlamayan, empati kuramayan hamasetten başka hiçbir şey yapmayan bu bezirgan saltanatı artık hepimizi etkiliyor. Kerim devlet anlayışımızdan bir türlü nasiplenemeyenlerin neden olduğu devasa yıkımın sonuçları artık her alanda karşımıza çıkıyor. Ancak her şeye rağmen biz İYİ Parti olarak, Ak Parti iktidarının neden olduğu bu enkazı milletimizle birlikte kaldırmamız gerektiğinin farkındayız.
Sadece sorunları konuşup kısır tartışmalarla vakit geçirerek hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimizin de farkındayız. Bu yüzden biz yangından mal kaçırmak için değil, yangını söndürmek için buradayız. Nitekim tam da bu nedenle depremin olduğu ilk günden itibaren sahada vatandaşlarımızla birlikteydik. Afet Koordinasyon Merkezi’mizin çatısı altında arama kurtarma ekipleri kurduk, enkazdan insanlarımızı çıkarttık. Bölgedeki ihtiyaçları tespit ettik, yardımlarımızı yönlendirdik. Vatandaşlarımızla birlikte oluşturduğumuz yardım tırlarını depremzede kardeşlerimize ulaştırdık. Sahra hastaneleri kurduk. Aşevleri kurduk. Seyyar tuvaletler, çadırlar götürdük. Açıkta kalan insanlarımızı bölgeden tahliye ettik, konaklama sağladık. Hâlâ birçok arkadaşımız deprem bölgesinde çalışmaya devam ediyor. Hâlâ ihtiyaçlar tespit ve temin ediliyor. Gençlik teşkilatlarımız pedagogların tavsiyeleri üzerine depremzede çocuklarımız için motivasyon etkinlikleri düzenliyor. Üstelik amacımız sadece şu anki yarayı kapatmak değil. İleride yeni yaraların açılmasını önlemek için de durmadan çalışıyoruz.
“MİLLETİMİZİ YİNE VE YENİDEN SORUN YUMAKLARIYLA BİR BAŞINA BIRAKTILAR”
Bu depremin ülkemizin demografik yapısını değiştirmemesi için ne yapılması gerektiğini söylüyoruz. Üniversitelerin kapatılmamasını, eğitime ara verilmemesini, depremzede vatandaşlarımızın barınmasını sağlamak için KYK yurtlarını kapatmadan, başka çözüm yollarının da mümkün olduğunu anlatıyoruz. Nitekim geçtiğimiz hafta da bu kürsüden tüm gözlemlerimizin, tüm çalışmalarımızın sonucunda hazırladığımız, Acil Eylem Planımızdan ve İnsani Sanayi Bölgeleri projemizden bahsettim. Tarımdan sağlığa, sanayiden istihdama, eğitimden kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine, sığınmacılardan barınma sorununa kadar hayati önem taşıyan birçok alanda kısa, orta ve uzun vadede ne yapılması gerektiğini ortaya koyduğumuz anlattım. Ne var ki geçen 1 haftalık zaman diliminde iktidar partisinden hiç kimse bu çözüm önerilerini merak etmedi. Hatta, Meclis’e sunduğumuz teklifi el birliğiyle reddettiler. Kendilerine ait somut bir eylem planını ise uygulamaya koymadılar. Onun yerine her zamanki gibi öfke saçtılar, nefret saçtılar, nifak soktular. Yani milletimizi yine ve yeniden sorun yumaklarıyla bir başına bıraktılar.
Tüm süreç boyunca enkazı kaldırmak için çırpınan milletimiz karşısında attığı her adımda yeni enkazlar bırakan liyakatsiz bir hükümet buldu. Başımıza bela edilen bu ucube sistemin neden olduğu bir yönetim krizinin tam ortasında kalan insanlarımız umutsuzluğa düştü, çaresizliğe kapıldı kendini yapayalnız hissetti. Ancak her şeye rağmen vazgeçmedi. Birbirine el uzatmaktan vazgeçmedi. Bölmek, ayırmak, ayrıştırmak isteyenlere inat omuz omuza verdi kötülüğe karşı, iyilikte birleşti. Millet olmak ne demek cümle aleme gösterdi. Bu yüzden hiç kimse merak etmesin bu zorluğu da hep birlikte atlatacağız. Yaralarımızı hep birlikte saracağız. Milletçe el ele verecek ve mutlaka iyileşeceğiz. Zengin, mutlu ve güçlü bir Türkiye’ye mutlaka ulaşacağız.
“BUGÜN, ATEŞTEN BİR İMTİHANLA KARŞI KARŞIYAYIZ”
Bugün, bir yol ayrımındayız. Bugün, ateşten bir imtihanla karşı karşıyayız. Bugün, bir seçim yapmak zorundayız. Ya millet yolunda başımız dik yürüyeceğiz ya da milletin geleceğini kumar masalarında harcayanlara müsaade edeceğiz. Ya ateşten bir gömleği eğnimize giyip bu imtihandan geçeceğiz ya da yüreksizce kül olup gideceğiz. Ya Cumhuriyetin yeni asrında ışıl ışıl yeni bir tarih yazacağız ya da dayatmalara boyun eğip Türkiye’ye biçilen trajediyi en ön sıradan izleyeceğiz. Ya beyaz zambaklara can suyu vereceğiz ya da önümüze konan gazap üzümlerine razı olacağız. Bu vesileyle buradan önümüzdeki bu ateşten imtihanı parti içi mesele ya da yazıhane muhabbeti olarak görenlere seslenmek istiyorum.
Bunu herkes üzerine alsın ve çok iyi düşünsün ve kimse unutmasın; bazen gerçek komutan olmak için apoletlerden vazgeçmek gerekir. Sahici bir mücadele için önce kendinle barışmak gerekir. Küçük hesapları bırakıp büyük resmi gerçek tehlikeyi görmek gerekir. Bizim seçimimiz dün de belliydi bugün de belli. Bizim yolumuz dün de aynıydı bugün de aynı. Karşımıza kim dikilirse dikilsin önümüze ne çıkarsa çıksın bizim itirazımız bizim mücadelemiz dün de aynıydı bugün de aynı ve şanlı yumruğumuz dün de havadaydı bugün de evvel Allah havada. Çünkü Kızılay çadır tüccarı haline gelmiş, yürütmenin başı çürütmenin başı olmuşsa Merkez Bankası, kendi ülkesinin hazinesine para bağışlıyor, televizyonlardan gerine gerine yardım yapanlar daha 1 gün geçmeden faiziyle teşvik alıyorsa, 21 yılını beton dökerek geçirenler beton altında bırakılan koca bir ülkeye yeni betonlar vadedebiliyorsa evladını yitirmiş insanlarımızın haklı serzenişleri sarayın riyakar duvarlarını aşamıyorsa hiçbir yapılanın hesabı verilmiyor, hesap sorandan hesap soruluyor. İktidar soru soranları kendi sorgu odalarına alıyorsa, ‘Devlet nerede?’ diyen vatandaşın önüne soba geleceğine kafasına sopa geliyorsa artık başka bir şey söylemek lazımdır. Artık bir seçim yapmak lazımdır. Artık kişisel hesapları bırakıp millet için memleket için gerekeni yapma zamanıdır.
“KİŞİLERİN KAPRİSLERİ DEĞİL, MİLLETİN İRADESİ TECELLİ EDECEKTİR”
Çünkü tüm bu olan bitenler; 21 yıllık bir gafletler zincirinin, bileşkesinden doğan beceriksizliği ve akılsızlığı artık aşmış vicdanla ve insanlıkla ilişkisini artık tamamen kesmiş organize bir kötülükle, itinayla yoğrulmuş devasa bir ihanet şebekesiyle karşı karşıya olduğumuzu tüm çıplaklığıyla anlatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni 21 yıldır yöneten hükümet tüm kurum ve kuruluşları yıkmış, amacından saptırmış ve onları kendi şeytani emelleriyle bozarak yok etmiştir.
“YİYENİ ŞEYTANLAŞTIRAN ZEHİRLİ BİR MEYVE AĞACI” BENZETMESİ
İktidar organları artık bu ihanet şebekesinin elinde terse çalışan bir saat, yanlış yönü gösteren bir pusula, yiyeni şeytanlaştıran zehirli bir meyve ağacıdır. Ve bugün 100 yıl sonra bir defa daha vatanın bütünlüğü, milletin selameti ve istiklâli tehlikededir. Saray hükümeti üzerine aldığı sorumluluğu yerine getiremez haldedir. Hükümetin başı, gaflet ve dalalet içinde aldığı her kararla memleketi uçuruma sürüklemektedir. Ve aynı 100 yıl önce olduğu gibi bugün de milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. O karar da 3-5 kişiyle değil, milletçe verilecek ve uygulanacaktır. Kişilerin kaprisleri değil, milletin iradesi tecelli edecektir. Onun bunun değil, milletin dediği olacaktır. Ve kimsenin endişesi olmasın kazanan mutlaka Türkiye olacaktır.”